Bilincin Gözü: İmge Sartre’ın İmgelemi

Sartre“Artık yalnızca bir insan geleceği var.

Ruhsuz maddelere doğru atılan ve onların aynasında

binbir ayartıcı imgeye dönüşen bir insan geleceği”

Sartre-Akıl Çağı

İnsan doğasının temel gücü olarak Bachelard gibi Sartre’ın da üzerinde önemle durduğu imge ve imgelem, (muhayyile) Sartre’ın 1936 yılında kaleme aldığı “İmgelem” adlı eserinin mihenk noktası. Geride bıraktığımız sıcak yaz aylarının durgunluğunda İthaki yayınları arasında yayımlandı.

Türk şiiri bağlamında imgenin gelişimine baktığımızda şüphesiz değerli birkaç makaleden öteye geçmeyen imge çalışmaları arasında romanlarıyla ve düşünce yanıyla bildiğimiz Sartre’ın “İmgelem” adlı kitabında imge, bu kez Bachelard gibi yalnızca psikanalitik açıdan değil felsefî arka planıyla ele alınmış. Halen üzerinde çalıştığımız “1950 Sonrası Türk şiirinde imge” konulu çalışmamızın ana metinlerinden olan “İmgelem”, sanatın poetikası ile uğraşanlar için de önemli bir kaynak.

Çevirmen Alp Tümertekin de günümüzde “imaj” sözcüğünün “İstanbul’un imajı değişti.” ya da “insanlar arasında iyi bir imajı var.” örneklerinde olduğu gibi yalnızca görüntü, izlenim gibi anlamlarla sınırlandığını düşünmüş olmalı ki “imge” sözcüğünü seçmiş.

İbn Arabî’de “hayal” sözcüğüyle de karşılanan imge, yalnızca “görüntü” olarak tanımlanmayacak kadar geniş bir kavram alanına sahip. Dahası Batı düşüncesinde Descartes’tan beri üzerinde durulan ve bu yazıda ele alacağımız gibi Sartre ile de sona ermeyecek disiplinlerarası bir kavram. Batı’nın sorgulayıcı zihniyle, çok sayıda çalışmaya konu olan imge, felsefeden psikanalize, şiirden mimariye kadar poetikanın olmazsa olmaz konusu.

O halde imge nedir?

Kısaca ifade ettiğimizde duyulur kaynaktan gelen bir tasarım olarak imge, bir objenin ama kimi zaman da bir durumun, bilinç düzleminde yeniden üretilmesi, oluşturulmasıdır. Bilincin dışa açılan gözüdür. Bu gözün ne kadar geniş vizörlü olabileceği ise sanatçıya bağlıdır.

Descartes, Hume ve Leibniz’le birlikte kimi zaman Spinoza’dan Kant’a kadar derin bir bilgi birikime sahip Jean Paul Sartre, bu kitabında daha çok Bergson’la çatışırken hiç şüphesiz imgenin mahreci ile ilgili bir bilinç araştırması yapmakta. Sartre, imgelerden oluşan bir dünyayla karşı karşıya olduğumuzu ve buna göre dışarıda dengi olan imgelere hakiki imge, eşyanın dünyasında dengi olmayan imgelere ise zihinsel imge adını verir.(s. 93) İmgeyi “anlık”la yani idrakle ilişkilendiren Sartre’a göre idrakimiz beynimizde oluşan maddi izlenime uygulandığında, bize bir imge bilinci sağlar. Zengin ve sonsuz ilişkiler ağı içinde tabiatla, olaylar, mekânlar ve zamanla bağıntısı olan muhayyile, imgelerin kaynağıdır. Çünkü imgeler, duyumla gelen itici güçle bilincinde olunmaksızın ruhta korunur ve birbirine bağlanırlar. Bu aşamada imge ile düşünce arasındaki tek fark, birinde nesnenin anlatımının karışık, ötekindeyse açık-seçik olmasıdır; karışıklık her hareketin evrenin sayıca sonsuz hareketini barındırması ve beynin sayıca sonsuz değişikliği kayda almasından kaynaklanır. Bu açıdan imge, düşünce değildir ve düşünceden farklı içeriklere sahiptir.

Sartre’a göre düşünce ve imge anlatımcıdırlar. Ancak imgenin öznel yanı yine de açıklanmadan kalır. Buna göre düşünceden daha karmaşık ve anlatımcı bir imgeden söz etmeliyiz. Muhayyileyi oluşturan itici güç, Sartre’a göre üç etkene bağlıdır: ‘Anlıksal’, ‘duyusal’ ve ‘bilinçdışı’ etken.” (s.45) Sartre, her imgenin bir anlamlandırma edimi olduğunu düşünür. Bunun da nedenini her algının birer yargı olmasına bağlar ve kesin bir yargıya varır: Düşünce, kendi imgelerini yaratamaz!

Sartre, düşünce ile imgeyi mukayese ettikten sonra imgeyle anı ve algıyı karşılaştırır. Sırasıyla imgeyle düşünce, algı ve duyumlar arasında mekanik farklar olduğunu belirten Sartre’a göre gerçek dünya yoktur, gerçek dünya kurulur, ara vermeksizin elden geçirilir, esnekleşir, zenginleşir. Çünkü imge, öznelliktir ve dünyayı böyle kurgulamamızı salık verir.(s.101) Bachelard’ın da belirttiği gibi imgeyi hazırlayan şey, sanatsal bilinçte özellikle kültür olmadığı gibi, ruhsal kipte de algılama hiç değildir.

Sartre, imge-anı ile imge-algı kavramlarını ortaya atan Bergson’un düşüncesinin aksine yine de bunların birbirinden ayrı tutulmaması gerektiğini belirterek gerekçesini şu şekilde açıklar: “Şimdiki zamandaki devindirici bir kalıpta bedenlenen geçmiş parçası olan imge-anı ile geçmiş anılardan birinin bedenlendiği şimdiki zamandaki devindirici kalıp olan algı arasında gerçek bir fark olamayacağı bir kez daha görülmüş oluyor.” (s.60)

Sartre, Moutier gibi düşünerek günümüzün modern imge anlayışını ifade ederken de artık beyinde sözcüksüz, düşüncesiz, hiçbir yükleme sahip olmayan imgeler kullanıldığını belirtir. Moutier’e göre de modern şiirde sözcüklerin karşısına tam anlamıyla sözcüklerin imgeleri çıkartılmıştır. Sonuçta ise içteki dilimizin üç ayrı var olma biçimi keşfedilmiştir: sözcükler yoluyla, sözcüklerin imgeleri ve katıksız düşünceler yoluyla.

Sartre, imge ile bilinç arasındaki ilişkiyi sorgularken de adına layık tek bir gerçeklik olduğunu belirtir: Bilinç. Ve imge, der eğer bilinçse, katıksız kendiliğindenliktir, yani kendinin bilincidir, kendi için saydamlıktır ve de kendi kendini tanıdığı ölçüde var olur ancak. İmge, duyumlanabilir bir içerik değildir öyleyse. İmgeyi ‘ussallaştırılmış’, ‘içine düşünce sinmiş’ olarak tasarımlamak kesinlikle boşuna olacaktır. (s.122)

İmge ile özgürlük ve var-oluş arasında bir bağıntı kuran Sartre’a göre imge, bilincin alanının dışında düşünüldüğünde, bilincin özgürlüğünün de elinden alınmış olduğu kabul edilmelidir. İmgenin bilinçte yer alması sağlandığındaysa, imgeyle birlikte tüm evren de bilince girer ve bilinç de aşırı-doygun bir çözelti gibi hemen katılaşır. Bu bağlamda Sartre, sonuç bölümünde imgeyi bilincin belirli bir türü olduğu yargısına vararak imgenin bir şey değil, bir edim, bir şeyin bilinci olduğunu ifade eder. (s.154)

Sanatsal verilere bakışımıza katkıda bulunan Sartre’ın “İmgelem” adlı kitabı, Gaston Bachelard’ın “Su ve Düşler” ve Gilbert Durant’ın “Sembolik İmgelem” ile birlikte okunduğunda hiç şüphesiz felsefî ve psikanalitik açılardan tamamlayıcı bir nitelik arzetmekte. Ancak şurasını unutmamak gerekiyor ki bir dildeki kavramların farklılıkları bir zenginlik sayılmakla birlikte daha uçta bir kargaşaya ve dolayısıyla bir anlamsızlığa da yol açmakta. Bütün bunlara karşın gerçekten çevrilmesi kolay olmayan bu kitabı en yalın haliyle dilimize kazandırdığı için Alp Tümertekin’i kutlamak gerekir…

J.Paul Sartre, İmgelem, (Çev., Alp Tümertekin) İthaki Yay., İst., 2006,

hayrettin orhanoglu tarafından yayımlandı

Şair ve yazar

Yorum bırakın